Eski Eserler ve Müzeler
Eski eserlerin onarımı ve müzelerin kurulması,
Atatürk'ün müzelere ve eski eserlere gösterdiği ilgi nedeniyle onun zamanında
başlamıştır. 1939'da Halkevlerinde, Tarih ve Müze Kolu denen bölümler
açılır ve tarih, sanat eseri ve müze zevki yaratmak ve halkı aydınlatmak
amacıyla bu kollarda görev yapanlar tarafından kılavuz kitaplar hazırlanır.
1944 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü kurulur. Aynı yıl
içerisinde, Yücel'in başkanlığında 'İstanbul'un Fethinin 500'üncü Yıldönümü
Hazırlık Heyeti' oluşturularak tören ve şenlikler bir programa bağlanır.
Programın ana hedefleri, "Milletlerarası İstanbul Sergisi düzenlenmesi,
olimpiyat oyunlarının 1954'te İstanbul'da yapılması, Fatih'in ordugahının
sur dışında canlandırılması ve bunun bir bölümünün olimpiyat köyü yapılması,
Sultanahmet Meydanı'nın Marmara'ya doğru genişletilerek görkemli bir taraça
ve burada bir inkılap abidesi tesis edilmesi" dir. Programın imar
işleri İstanbul Belediyesi'ne havale edilir ve 1953'te bir 'İmar Bayramı'
düzenlenmesi önerilir. Bu kapsamda, belediye hizmet binasının tiyatro
ve kültür tesislerinin yapılması, surların, Yedikule'nin, Rumeli Hisarı'nın,
Fatih, Süleymaniye, Haseki külliyelerinin, sebil ve çeşmelerin onarılması,
Okmeydanı'nın tarihi kimliğine göre tanzimi de programa alınmıştır. Tüm
ön çalışmaları yapıldıktan sonra, yetkililer tarafından "...böyle
muazzam bir projenin ve hazır-lığın Hıristiyan aleminin Türkiye aleyhine
dönmesine yol açabileceği..." ileri sürülerek proje onaylanmaz.
16 Şubat 1945'te, 12 müzecilik uzmanının katıldığı Eski Eserler ve Müzeler
Birinci Danışma Komisyonu toplanır. Yaptığı açış konuşmasında Yücel, Komisyonun
programını şöyle belirler: "Memleketimiz eski eserler bakımından,
hepimizin bildiğimiz gibi büyük bir önem taşımaktadır. Yurdumuzun, eski
dünyanın üç kıta kavşağında bulunuşu, üstünde yaşadığımız toprakların
bütün tarih boyunca bir çok medeniyetleri bağrında yaşamasına başlıca
sebep olmuştur.
Topraklarımızı kademe kademe derinliğine tanıdıkça, her katında zamanına
göre ileri bir insan topluluğun yaşama eserlerine rastlıyoruz. Onun içindir
ki, milletimize ve bütün insanlığa karşı, bu eserleri iyi tutmak ve kudretimizce
tanıtmak, başlıca ödevlerimizdendir. [...] Bir anıtın onarımı bir kalfa,
bir dülger, hatta bir mimar işi olmaktan çok ileridir. Bunu, geç de olsa
bugün anlamış bulunuyoruz. Yakın bir geçmişle böyle anlamayışın eserlerini
anıtlarımızın bir çoğunda, yürek acısiyle görmekteyiz. Bu, ne bir para,
ne bir emir meselesi değil, bir kültür, bir anlayış eksikliğinin fena
izleridir. Eski anıtları onarma mimarlığı Türk mimarlığının yeni bir dalı
olarak gelişmektedir. Bu yönde bir deneme devresi geçireceğimizi tabiî
bulmalı. Fakat tutulan yol doğrudur ve dayandığımız yapıcı anlayış, eski
eserlerimizi eskiden olduğu gibi öldürücü değil, yaşatıcıdır.[...]"
"Sizden programlanmasını beklediğim ilk iş, yurdumuzun mühim merkezlerinden
başlıyarak bütün memlekette tarih ve sanat değeri bulunan eserleri haritalarda
tesbit etmektir. [...] Tesbit işi, İstanbul'dan başlanmalıdır ve ilgili
arkadaşlarım bu meseleyi, zaten üzerinde çalışmaya başlanıldığı için,
bir seneden önce bitirmiş bulunmalıdırlar. Diğer illerimizi bu bakımdan
haritalamaya devam etmek zaruridir."
"Eski eserlerin onarımında birinci dikkat edeceğimiz nokta, kıymeti
üstün olup yıkılma tehlikesi en çok bulunanlara el koymaktır. Onun için,
onarmaya can kurtarmaktan başlamalıyız [...]."
"Bir de şu nokta mühimdir ki, onarılacak eserlere bugünkü hayat şartlarına
göre yeni vazifeler verilmedikçe, işsizlik ve kimsesizlik bu binaları
ve anıtları ölüme mahkum ediyor. Asırlardan kalma müesseseleri dejenere
ve perişan edip bir tarafa atmak, ondan sonra yenisini yapmak millet ölçüsünde
israfın en fena şeklidir. Bu zihniyete düşmememiz lazım. Onun için, onarmada
kendisine yeni vazifeler verilen binalarda, o binaların tarih ve sanat
karakterini bozmamaya dikkat ederek, değişmeler yapmak, ihtara değer bir
cihettir."
"Hepimiz iyi bilmeliyiz ki, kültür denen bütün, yalnız okula inhisar
ettiği zaman, o memlekette kültür bütünlüğü olamıyor. Kütüphanesiz, müzesiz
ve tiyatrosuz bir şehirde, okul içi kültürün kuvvetli olabileceğine inanmak
güçtür. Onun için ben, müzeleri başlı başına bir okul saymaktayım. Müze
denilen okulun öğrencileri, kendi memleketimizin her yaşta evlatları olduğu
gibi, bütün dünya üstünde yaşıyan medenî vasıflı her insandır. Avrupa'da
gezdiğim zaman ora müzelerinde gördüğüm gibi ressamlarımızı bilginlerimizi
müzelerin devamlı ziyaretçileri olarak görmeyi gönlüm ne kadar ister.
Harb zaruretlerinden kurtulunca ilk işimiz, müze dediğimiz bu okulları.
anlatmaya çalıştığım manada, yurda ve bütün dünyaya açmak olacaktır. [...]
Bütün bu düşünceler ve dilekler bir ülküde toplanıyor:
Türkiye'yi, hatta açık havasında bir büyük müze haline getirmek."
Danışma Komisyonu'nun programı, önemli kültür
varlıklarının zaman ve gider tasarrufuyla kapsamlı onarımlar yaparak korunması
açısından bir ön adım olarak görülebilir. 19 Ağustos 1945'te Yücel'in
büyük değer verdiği Tevfik Fikret anısına Aşiyan-Müzesi (Edebiyat-ı Cedide
Müzesi)'ni açmasını da bu bağlamda ilk girişim olarak belirtmek gerekir.
|