BAKAN YÜCEL
Talip APAYDIN
-Âli Yücel, Türk eğitim tarihinin hiç kuşkusuz en önemli
Milli Eğitim Bakanı.
1923 de kurulan Yeni Devletin gündeminde halkımızı yeni bir yaşama hazırlamak,
çağdaş uygarlığa kavuşmak amacı var. Bunun için büyük çabalar gerekiyor.
Altıyüz yıllık Osmanlı yönetiminin biçimlendirdiği bir toplumu hemen değiştirivermek,
yaşam biçimini dünya görüşünü çağcıl değerlerle besleyip gelişmiş bir
toplum yaratmak kolay iş değil. Cumhuriyeti kurduk demekle, kulluk eğitiminden
geçmiş bir toplumun insanları, hemen cumhuriyet yurttaşı oluvermiyor.
Eskilerden birikip gelen çok köklü etkiler var. Kurtuluş Savaşını kazandıktan
sonra Atatürk'ün "asıl işimiz şimdi başlıyor" sözü bu gerçeği
yansıtır. O yıllardan bu yana daha da iyi anlaşılıyor ki, halkı eğitim
yolu ile canlandırmak değiştirmek, çağdaş bir toplum haline getirmek gerçekten
zor iş. Bir insanın kanılarını yargılarını değiştirmek bile ne çok emek
istiyor. Hele yüzyıllarca karanlıkta bırakılmış, yoksul ve bilisiz kalmış
bir toplumun çağdaş yaşama, uygar insan davranışlarına ulaşması, ancak
çok kararlı ve uzun süreli, sağlam bir eğitimle gerçekleşebilir.
Bu nasıl olacak?
Herkesin bildiği gibi Cumhuriyet'in ilk
yıllarında olanaklar son derece kısıtlı. Yeter sayıda öğretmen kadrosu
yok. Bu işe ayrılabilecek para az. Devletin ve ülkenin binbir sorunu var.
Herşey yeniden kurulacak, yeniden yapılacak. Hepsi paraya dayanıyor. Üstelik
Devletin temel ilkesi gereği, dışardan içerden borç alınmıyacak. Geçmişte
bunun büyük sakıncalarını yaşadık. Herşey kendi gücümüzle yapılacak. Tam
bağımsız bir devletin onur savaşımı bu. Başımız kimsenin önünde eğik olmayacak.
Kalkınacağız, çağdaş bir Türkiye yaratacağız.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk'ün öncülüğünde
büyük bir tutkuyla, heyecanla işe girişilir, üst üste atılımlar yapılır.
Göz yaşartıcı bir gelişme gözlenir. Gerçi halk yığınlarının yaşamında
henüz fazla bir değişim yapılamaz. Ama asıl amaç orasıdır. Yıllarca bunun
yolu yöntemi aranır. Halkı eğitmek, yaşam düzeyini yükseltmek... Atatürk'ün
pekçok konuşmasında bu özlem dile getirilir. Toprak kanunundan söz eder,
halkın eğitimini önce çıkarır. Asıl kurtuluşun halkın kalkınması ile gerçekleşeceğini
vurgular.
Yukardan gelen bu rüzgar, ülkenin her düzeydeki
aydınlarını da sarar. Halk için, ülkenin kalkınması için çalışmak, coşkulu
bir yurtseverlik bilincine dönüşür. Gerçekten o dönem aydınlarının ortak
bir özelliğidir, konuşmalarında davranışlarında tutkulu ve özverili bir
yurtseverlik akar.
Benim kuşağım o dönem öğretmenlerinin eğitiminden geçti. Şimdi düşünüyorum,
gerçekten nasıl değişik insanlardı. Tepeden tırnağa idealizm, özverili,
yurtsever insanlar... Milli Eğitim Bakanı da Hasan-Âli Yüceldi. Atatürk
artık yoktu ama onun rüzgarı sürüyordu. Tam Atatürkçü, onu iyi anlamış,
iyi özümsemiş, heyecanlı coşkulu, sürükleyici bir Bakan. Doğu kültürü
ile yetişmiş, ama Batı kültürünü de iyi anlamış, halkımızın nasıl bir
eğitimden geçirilmesi gerektiğini iyi düşünmüş bir yönetici. En uzak köy
okulundan üniversiteye, teknik eğitimden güzel sanatlara, her düzeyde
tüm yurt köşelerine, Atatürkçü doğrultuda, laik, akılcı, bilimsel eğitimi
götürmek yerleştirmek, Türk kültürünü evrensel kültürle buluşturmak için
çırpındı. Akıl almaz bir enerjiyle çalıştı. Hiçbir bakan onun kadar etkili
değildi.
İkinci Dünya Savaşının o zor günlerinde
Devletin en önde gelen işi savunma ise, ikinci Önemli işi eğitim oldu.
Mecliste, Bakanlar Kurulunda, dışarıda, öğretmen toplantılarında öyle
etkili konuşmalar yaptı ki gerçekten sürükledi. Eğitimin önemini ilgili
ilgisiz herkese kabul ettirdi. Küçük, büyük tüm görevliler eğitim işine
omuz verdiler. Onun dönemi bir "eğitim seferberliği" dönemidir.
Herkes kabul eder ki sıradan bir bakanın yapacağı iş değildi bunlar.
Neydi Hasan-Âli Yücel'in özelliği? Benim
öğrencilik yıllanma rastladığı için kişisel olarak fazla bir tanışıklığım
olmadı. Ancak okuduğum enstitüye geldikçe gördüm, konuşmalarım dinledim.
Bir konuda yazdığım bir mektuba "Evladım..." diye başlayan kendi
el yazısı ile kısa bir yanıt verdi. Çok sonra - artık bakanlıktan ayrılmıştı
- arkadaşlarla birlikte evine ziyarete gittik, söyleşide bulunduk. Daha
çok yazılarından, kitaplarından. Bakanlığı döneminde gerçekleştirdiği
işlerden tanıyorum. Zaman geçtikçe daha iyi anladım. Türkiye eğitiminin
bugün düştüğü acıklı durumu ve onun dönemini karşılaştırıyorum da gözümde
gittikçe büyüyor.
Hasan-Âli Yücel, en başta Atatürk'ü çok
iyi anlamış, iyi özümsemiş bir kültür adamı. Eğitim işinden geldiği için
eğitimin felsefesini, düşüncesini biliyor. Geri kalmış bir halkın nasıl
bir eğitimden geçirilmesi gerektiğim düşünmüş. Ayrıca coşkulu sürükleyici
bir kişiliği var. Nereye gitse, nerede konuşsa, orayı adeta kendi rengine
boyuyor. Etkili bir konuşmacı. Kültürle beslenmiş, iyi yetişmiş bir yönetici.
Bakanlıkta çok başarılı bir kadro kuruyor.
Kimin hangi işi yapacağını biliyor. Onları sürekli izliyor, destekliyor.
Yardımcı oluyor. Uyumlu bir çalışma ortamı yaratıyor. Devletin üst kademesini,
Cumhurbaşkanını, Başbakanı etkiliyor, onaylarını alıyor. Sağlam ve güvenilir
bir kişiliği var. Eğitimin gerekliliğini her düzeyle ilgililere kolaylıkla
anlatabiliyor. Bu elbet iyi yetişmiş bir kültür adamı olmasından kaynaklanıyor.
Yazar, şair, felsefeci, düşünür. Aynı zamanda örgütçü, etkin bir politikacı...
Türk milli eğitimine ve kültür alanına unutulmaz çizgiler çekmiş bir Bakan.
Aradan yarım yüzyıl geçti. Bugün bakınca
kültür yaşamımızda, bilimde sanatta, eğitimde teknolojide, dünyaya açılan,
yüzümüzü ağartan elle tutulur gözle görülür nemiz varsa hepsinde Hasan-Âli
Yücel'in izleri var. Tüm aydınlarımız, değerlerimiz onun açtığı kurumlarda,
onun yarattığı ortamda yetiştiler.
Böylesine etkili olmuş bir Milli Eğilim
Bakanı.
Öyle ise nedir sonradan başına gelenler?
Bence bu sorunun yanıtı çok kısa,
- Atatürk'ü düşünün, yeter.

|